Özgünlük ve Aidiyet Üzerine
Hayatta en temel ihtiyaçlarımızdan birinin “ait hissetmek” olduğu, tüm uzmanlar tarafından kabul edilen bir gerçek. Şayet kendimize attığımız goller de yine aynı ihtiyaçtan kaynaklanıyor gibi görünüyor. Uyuşturucuya başlayan, kendini “guru” olarak tanıtan birtakım ruh sağlığı yerinde olmayan ya da kötü niyetli insanlar tarafından zarar gören kişilerin çoğu, o “aile sıcaklığına” duydukları özlem nedeniyle —en başta yara bandı ölçüsünde iyi geldiği için— bu yollara kapıldıklarını belirtiyor. Yani, tüm zararlarını görmezden gelebilecek kadar güçlü bir duygu ağır basıyor: ait hissetmek.
Gerçekten de, bir grup insanın keyif aldığı bir şeyi birlikte yaptıklarında ortaya çıkan mutluluğun tadı bir başkadır. Kendim, çok sayıda yoga kampına ya da çeşitli eğitim inzivalarına katılmış biri olarak söylüyorum: hayatımda kendimi en huzurlu, en “tam” hissettiğim zamanlar bu kamplarda geçirdiğim anlardır. İlkini dün gibi hatırlıyorum da; “Cennet böyle olmalı.” demiştim. Şansıma, ilki gerçekten en güçlü olandı.
Tam da bu noktada, bazılarının zarar gördüğü dışardan bakıldığında benzermiş gibi görünen ortamları, benim deneyip çok şifalandığım ortamlardan nasıl ayıracağımızı merak etmiş olabilirsiniz. Burada önemli olan başka bir nokta daha var zannımca, o da şu; suistimale uğrayan ya da iyi niyeti sömürülen insanlar çoğu zaman zannettiğiniz gibi eğitimsiz veya cahil olmuyor.
Ozaman nasıl oluyo da gerçeği, başkalarının gördüğü gibi göremiyolar, ya da daha doğru bir deyşle belki hissedemiyolar? Bilinçdışı çok başka bir düzlemde çalışıyor. Geçmişinde yaşadığı travmaları dönüştüremeyen birinin, yaşadığı yoğun duygusal deneyim nedeniyle beyin kimyası değişip algısı çarpıklaşabiliyor. Bu yüzden, bir başkasının gördüğü hakikati tüm çıplaklığıyla görmeyi bilinci reddedebiliyor. Orada bulduğu aidiyet duygusu, kabulün sıcaklığı bir süre için ona tatlı bir uyku gibi gelebiliyor.
Uzmanlar diyor ki, travma yaşadığınız şeyin şiddetiyle doğrudan alakalı olmayabilir. Daha çok, acınızı kiminle paylaştığınız veya duygusal ihtiyaçlarınızı karşılayan birinin olup olmamasıyla ilgilidir travmanın derinliği. Ayrıca son zamanlarda sıkça duyduğumuz “kompleks travma” durumu var ki, o daha sinsi… Ortada ne şiddet, ne taciz, ne ölüm vardır; ama örneğin bir ebeveynin duygusal olarak erişilebilir olmaması veya sürekli eleştirildiğiniz bir ortamda uzun süre kalmanız, hayatınıza yön veren büyük bir etki bırakabilir.
İşin özü: Hepimiz az ya da çok travmaya maruz kaldık.Bunu bir kabul edelim ve biraz rahatlayalım, derim naçizane.
“Aidiyetten uzaklaştık mı?” gibi mi geldi yoksa?
Ama aslında tam da bu noktada aidiyete yeniden bağlanıyoruz.
Çünkü ait olma ihtiyacımızı karşılarken bunun sağlıklı ilerlemesi için gereken panzehir, özgünlük. Ve özgünlüğün yolu da kendimizle kurduğumuz bağdan geçiyor.
CARE eğitimindeki mottomuz bunu çok güzel ve sade bir şekilde anlatıyor:
“İyi hissetmek iyidir, daha iyi hissetmek daha iyidir.”
Kendi biricikliğimi de aynı bu şekilde koruyabilirim. Allah, Tanrı, evren —artık her neye inanıyorsanız— içimize müthiş bir terazi koymuş. Bir yer, bir insan bize sürekli kötü hissettiriyorsa, belki de bizim için doğru değildir. Ne dersiniz?
Bu yüzden Budistler ve Sufiler bedeni çok önemser. “Mabet” dendiğini ilk duyduğumda çok etkilenmiştim. Ama işte, ne kadar gerçekten o mabede gidip dinliyoruz onu?
“Otantik olmadan ait olamazsın.” sözü bana çok hakiki geliyor.Kendini tanımadan, kendin olamadan bazı yerlerde başkalarıyla “bir” olma hayali ise artık fazlasıyla ütopik geliyor. Bir süre ruhumuzu dinlendirdiğimiz bir durak belki… ama sonra, sığındığımız yerin hapishanemiz hatta cehennemimiz olmaması için kendi hakikatimizle kurduğumuz samimi bağ, bu hayatta en önemli şey bana kalırsa.
Umarım önce kendimize ait olalım…Kendimizle bağımız öyle güçlü, öyle gerçek, öyle sevgi ve şefkat dolu olsun ki;derinden sarsılsak bile —insanız elbet gün gelir sarsılırız— düşmeyelim, kaybolmayalım.Çünkü içimizdeki pusula bize her zaman yolu gösterecektir.
Şimdilerde çok sevdiğim “kendimize ebeveynlik” kavramı da tam olarak bu aslında…
Kendime ait ve başkalarına da kendine ait olma yolunda ilerleyenlerle can cana yürüyebilmek umuduyla.