top of page

Polyvagal Sevgi

“En nihayetinde ÅŸu üç ÅŸey önemlidir:
Ne kadar sevdiÄŸin, ne kadar nazik yaÅŸadığın ve senin yazgında olmayan ÅŸeylerden nasıl zarafetle vazgeçebildiÄŸin.”

​

Çok güzel deÄŸil mi?


Sevgiyi ele alalım… Çok küçük yaÅŸlardan beri “sevgi”nin hayatımızda çok önemli bir yeri olduÄŸunu yüzlerce, belki binlerce kez duymuÅŸsunuzdur.


Ama asıl soru ÅŸu: acaba sevgiyi hayatımızda daha çok hissetmek, daha çok sevebilmek için ne yapıyoruz?

 

ÇoÄŸumuz “sevgi”nin birilerinin bizi sevmesiyle hissedebileceÄŸimiz bir ÅŸey olduÄŸunu düÅŸünüyor olabilir. Yani dışarıdan gelen ve bizim kontrolümüzün epey dışında bir ÅŸey.
Tabii ki aÅŸkın, hoÅŸlanmanın, beÄŸenilmenin mutluluk hormonlarıyla iliÅŸkisi yadsınamayacak kadar güçlü.

​

Åžayet bir nesneden bağımsız sevgiyi artırmanın yolları da mevcut ve artık bu bilimsel olarak ispatlanmış durumda. Yani hayatımızda sevgiyi, neÅŸeyi hissetmek, daha bir keyifle yaÅŸamak — özellikle ülkemizde, her gün bir felaketle sallanan sinir sistemlerimiz için — bu yolları hayatımıza katmak, kendimize karşı asıl sorumluluÄŸumuz benim düÅŸünceme göre.

Son dönemin sinir sistemi üzerine öne çıkan isimlerinden Stephen Porges’ın geliÅŸtirdiÄŸi Polyvagal Teori’ye göre, sinir sistemimiz (özellikle otonom sinir sistemi) sadece savaÅŸ–kaç tepkisiyle deÄŸil, sosyal baÄŸlanma, güvenlik, huzur gibi duygularla da büyük ölçüde iliÅŸkilidir. Yani sevgi, sadece zihinsel bir düÅŸünce ya da duygu deÄŸil, bedensel olarak da bir “güvende olma hali” dir.


EÄŸer sistemimiz tehlikede hissediyorsa (örneÄŸin travma sonrası, anksiyete vb.), sevgiyi hissetmek fizyolojik olarak bile zorlaşır zira baÄŸ kurma yeteneÄŸi sinir sistemiyle alakalıdır:
Güvende hissediyorsak baÄŸ kurabiliriz, baÄŸ kurabiliyorsak sevgiyi hissedebiliriz.

​

Ventral vagal sistem, yani vagus sinirimizin saÄŸlıklı çalışması, baÅŸkalarıyla empati, ÅŸefkat ve anlamlı baÄŸlar kurma kapasitemizi destekler. DiÄŸer bir deyiÅŸle, sevgi hissi, sinir sistemi güvenliÄŸinde köklenir. Polyvagal teori, sevgiyi sadece bir “duygu” deÄŸil, nörofizyolojik bir durum olarak anlamamızı saÄŸlar. Vagus siniri sakin, açık ve sosyal olarak baÄŸ kurmaya hazır olduÄŸunda, sevgiyi hem hissetmek hem de göstermek mümkün hale gelir.

​

O yüzden uzun süre güvende hissetmeyen insanın fizyolojisi sevgi alıp vermeye hazır deÄŸildir. Öyle ki olayları, hatta sunulan sevgiyi veya iltifatı olduÄŸu gibi algılaması bile zorlaÅŸabilir. Uzun süre çok sert ortamlarda yaÅŸamak zorunda kalan bir arkadaşım vardı; ona ettiÄŸim bir iltifatı hakaret olarak algılamıştı. Açıklamama raÄŸmen alay ettiÄŸime emindi.
Evet, aşırı stres halinde uzun süre kalmışsak ve kaynaklarımız yoksa, bizi dinleyen, sarıp sarmalayan biri de yoksa beynimizin ÅŸekli dahi deÄŸiÅŸiyor ve en önemlisi, bu durum düÅŸünme ve hissetme biçimimizi büyük ölçüde etkiliyor. BaÅŸka bir deyiÅŸle, bir kısır döngünün içinde yaÅŸayıp duruyoruz; negatif olmaya da yüzde yüz haklı olduÄŸumuza inanarak.

​

O yüzden uzmanlar, “Her düÅŸündüÄŸünüze inanmayın; gerçek olmayabilir,” diyor. Bu aşırı ÅŸüpheci, her ÅŸeyde kusur gören, huysuz tavrın fizyolojimizle yakından alakalı olması bana ilk duyduÄŸumda çok ilginç gelmiÅŸti. Bu da, kendi bedenine ve zihnine gerekli yatırımı yapmamış insanların ileri yaÅŸlarda huysuz, öfkeli ve toleransı düÅŸük olmasını açıklıyor aslında. Bu pencereden bakıldığında, baskıcı ve hoyrat ortamlarda büyümüÅŸ insanların bir süre sonra aynı tavrı benimsemeleri ÅŸaşırtıcı deÄŸil.
 

Bazen öÄŸrencilerimden ÅŸöyle ÅŸeyler duyuyorum:
“Filanca hoca bize ÅŸöyle derdi: Daha ilk derste ‘Bu dersten geçebileceÄŸinizi düÅŸünmüyorsunuz herhalde!’”

 

Çok sert ve motive edici deÄŸil elbette, ama muhtemelen ona da aynısı yapılmış ve bu onu kamçılamış, o da profesör olmuÅŸ! Belki istediÄŸini elde etmiÅŸ gibi görünse de aslında kendiyle ve dolayısıyla diÄŸer kiÅŸilerle baÄŸ kurma becerisi sekteye uÄŸramış bana kalırsa. Yani zamanında onda travmaya yol açan ve tekrarlanan bir tavır, kendiyle bağını felç edip beyninin iÅŸleyiÅŸinde olumsuz deÄŸiÅŸimlere sebep olduktan sonra, aynı davranışı meÅŸrulaÅŸtıran bir bakış açısı geliÅŸtirmiÅŸ. Çünkü aksi — yaÅŸadığı ÅŸeyin acısıyla yüzleÅŸmek — çok daha zor olurdu.

​

İşte, travmanın yaptığı ÅŸey bu maalesef. SaÄŸlıklı iÅŸleyen bir sistem, yaÅŸanan ağır bir olayı kaldıramazsa orada donup kalır. Sistem, hakikati kabul etmek yerine o acıyla baÅŸ etmek için olayı farklı ÅŸekillerde yorumlar. Hayatta kalır ama genellikle daha çarpık bir algıyla yola devam eder.

​

Bu acı saÄŸlıklı ÅŸekilde ele alınmazsa, bu çarpık algı kiÅŸinin kendine iyi gelmeyen kararlar almasına sebep olur. ÖrneÄŸin, baskıcı bir ailede büyüyen bir kadının anne olduktan sonra yine erkek çocuklarını kayıran bir tavır sergilemesi ilk bakışta anlaşılmaz gelebilir.
Ama iÅŸte tam da bu yüzden, bilinçdışı üzerinde çalışmadan bize rahat yok.


Çünkü mesele mantıkla ilgili deÄŸil. Erkek çocuÄŸunu kayıran anne, aslında derinlerde bir yerde kendini deÄŸerli hissetmek için “daha deÄŸerli olana yatırım yapması” gerektiÄŸine inanıyor.Yani oÄŸlunu kayırarak kendi geleceÄŸine yatırım yapıyor.


C. Jung’un da dediÄŸi gibi, kolektif bilinçdışı deÄŸer yargılarımızı büyük ölçüde etkiler ve bizi esir alır.

​

Herkesin biricik hikayesine bakması bu yüzden önemli:


Hem çok benzer hem de tamamen biricik hikayemiz…
Hikayeyi görmek ve sonra onu bir kenara bırakabilmek…

bottom of page